Hanefi Mezhebi Kimden Gelir? Bilginin, Cesaretin ve Adaletin İzinde Bir Yolculuk
Bazen tarih kitaplarının sayfalarını karıştırırken, sadece bilgi değil; aynı zamanda insan hikâyeleriyle dolu bir dünya keşfedersiniz. Benim için Hanefi mezhebi de tam olarak böyle bir hikâyedir. Çünkü bu mezhep, sadece bir fıkıh sistemi değil; aklın, adaletin ve vicdanın buluştuğu bir medeniyet mirasıdır. Bugün sizlerle birlikte “Hanefi mezhebi kimden gelir?” sorusunun peşine düşeceğiz. Ama kuru bilgilerle değil, insan kokan bir yolculukla…
Hanefi Mezhebinin Kurucusu: İmam-ı Azam Ebu Hanife
Hanefi mezhebi, adını büyük İslam âlimi İmam-ı Azam Ebu Hanife (Numan bin Sabit)’ten alır. 699 yılında Kufe’de doğan Ebu Hanife, ticaretle uğraşan bir ailenin çocuğuydu. Genç yaşta zekâsı ve öğrenmeye olan merakıyla dikkat çekti. Başlangıçta kelam ilmiyle ilgilendi, sonra fıkıh alanına yönelerek İslam hukukunun temellerini yeniden yorumladı.
Ebu Hanife’nin hocası Hammad bin Ebi Süleyman, Kufe ekolünün önde gelen fakihlerindendi. Hocasından aldığı derslerle, “rey” yani akli muhakemeye dayalı fıkıh anlayışını geliştirdi. Bu anlayış, ileride Hanefi mezhebinin karakterini belirleyecekti.
Hanefi Mezhebinin Temeli: Akıl ve Adalet Dengesi
Ebu Hanife’nin en belirgin özelliği, dini meselelerde yalnızca naslara (ayet ve hadislere) değil, akla ve toplumsal faydaya da başvurmasıydı. Onun için din, sadece metinlerden ibaret değildi; yaşanılan hayatın ta kendisiydi. Bu yüzden Ebu Hanife, “Eğer bir meseleye dair açık bir delil yoksa, akıl rehberimizdir.” derdi.
Verilere göre Hanefi mezhebi, bugün dünya Müslümanlarının yaklaşık %45’ine hitap ediyor. Özellikle Türkiye, Orta Asya, Hindistan, Pakistan ve Balkanlar gibi geniş coğrafyalarda etkili. Bu, onun yaklaşımının ne kadar pratik, insani ve uygulanabilir olduğunu gösteriyor.
Bir Bilgeyle Halk Arasında Köprü Kurmak
Ebu Hanife yalnızca bir fakih değil, aynı zamanda bir halk filozofuydu. Döneminde adaletsizliğe karşı durduğu için defalarca hapse atıldı. Abbasiler döneminde kadı olmayı reddetti, çünkü “adaleti satın alınmış bir makamda uygulayamam” diyordu. Bu duruşu, onu hem ilim dünyasında hem halk arasında saygı duyulan bir figür haline getirdi.
Bir rivayete göre, Ebu Hanife hapse atıldığında bile ders vermeyi sürdürmüştü. Öğrencileri, zindanın penceresinden onun sözlerini dinlerdi. Bu, sadece bir bilgi aktarımı değil; direnişin, inancın ve öğretme aşkının sembolüydü.
Hanefi Mezhebinin Yöntemi: Rey ve Kıyasın Gücü
Hanefi mezhebinin diğer mezheplerden farkı, rey (kişisel içtihat) ve kıyas (analojik düşünme) yöntemlerine ağırlık vermesidir.
Yani bir olay hakkında doğrudan hüküm bulunamadığında, Ebu Hanife olayın benzerlerini kıyaslayarak çözüm üretirdi. Bu yaklaşım, özellikle şehirleşmiş toplumlarda esnek ve uygulanabilir bir hukuk anlayışı doğurdu.
Örneğin, Ebu Hanife bir meselede Kur’an’da açık hüküm yoksa, önce hadisleri inceler; eğer orada da netlik yoksa, sahabenin uygulamasına bakar; son çare olarak aklı ve toplumsal faydayı devreye sokardı. Bu metodoloji, günümüz hukuk mantığının temelleriyle de paralellik gösterir.
Hanefi Mezhebinin Yayılması: Öğrencilerden Devlet Sistemine
Ebu Hanife’nin vefatından sonra öğrencileri, onun fikirlerini sistemleştirdi. En ünlü iki öğrencisi Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, Hanefi fıkhını yazılı hale getirdiler. Özellikle Ebu Yusuf’un Abbasi halifesi Harun Reşid döneminde “kadı’l kudat” (başkadı) olarak görev yapması, mezhebin resmîleşmesinin önünü açtı.
Zamanla Hanefi mezhebi, Osmanlı İmparatorluğu’nun da resmî mezhebi haline geldi. Böylece Ebu Hanife’nin adalet anlayışı, milyonlarca insanın günlük yaşamına yön verdi.
Bir Mirasın Günümüze Mesajı
Hanefi mezhebi, sadece bir dinî sistem değil; düşünme cesaretinin, adalet duygusunun ve insana değer veren bir yaklaşımın sembolüdür. Ebu Hanife’nin hikâyesi bize şunu hatırlatır: Gerçek ilim, sadece bilmek değil; bildiğini doğru yerde, doğru şekilde kullanmaktır.
Bugün hâlâ onun sözleri yankılanır:
“İnsan, kendisini özgür kılacak bilgiye ulaşmadıkça, Allah’a tam anlamıyla kul olamaz.”
Peki siz ne düşünüyorsunuz? Sizce Ebu Hanife’nin akılcı yaklaşımı günümüz toplumunda hâlâ yeterince yaşatılıyor mu? Hanefi mezhebinin geniş kabul görmesinde bu yaklaşım mı belirleyici oldu? Görüşlerinizi paylaşın; birlikte bu zengin mirası konuşalım.