İçeriğe geç

Gürültü kirliliği bir çevre sorunu mudur ?

Gürültü Kirliliği Bir Çevre Sorunu mudur?

Edebiyatın Sessizliğinde Bir Çığlık

Gürültü… kelimenin kendisi bile bir uğultu taşır içinde. Edebiyat, her zaman sesin değil, sessizliğin anlamına odaklanmıştır. Bir şair için sessizlik, bir roman kahramanı için iç ses, bir hikâye anlatıcısı için yankıdır. Ama modern dünyanın temposunda bu yankı, artık gürültüye dönüşmüştür. Şehrin korna sesleri, makinelerin titreşimi, sürekli konuşan ekranlar — hepsi insan ruhunun sınırlarını zorlayan bir ses kalabalığına dönüşür. İşte tam da burada, gürültü kirliliği bir çevre sorunu olmaktan öte, bir ruhsal ve kültürel yabancılaşmanın sembolü haline gelir.

Kelimelerin Gücü ve Sesin Tutsaklığı

Bir edebiyatçının gözünden bakıldığında, gürültü yalnızca fiziksel bir etki değildir; bir anlam kirliliğidir aynı zamanda. Tıpkı bir romanda gereksiz cümlelerin metni boğması gibi, şehirdeki gürültü de insanın düşünme yetisini boğar. Virginia Woolf’un “kendine ait bir oda”sı, sessizliğiyle var olur. Eğer o sessizlik kaybolursa, düşünce dağılır, anlatı çözülür.

Gürültü, insanın kendi iç sesini duymasını engeller. Bu nedenle bir çevre sorunu olarak değil, bir anlatı krizi olarak da okunmalıdır. Çünkü kelimelerin değeri, sessizliğin içinde doğar.

Edebi Metinlerde Gürültünün Simgeleri

Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sında Raskolnikov’un zihnindeki uğultu, dış dünyanın değil, vicdanının sesidir. Bu içsel gürültü, modern insanın çevresel gürültüyle birleştiğinde dayanılmaz bir yankıya dönüşür. Yine Orhan Pamuk’un “Kara Kitap”ındaki karakterler arasında dolaşan sesler, kimliklerin karıştığı bir şehir uğultusunu temsil eder. Bu örnekler gösterir ki, gürültü kirliliği sadece kulakla değil, kalple de hissedilen bir yüktür.

Edebiyatta gürültü, genellikle düzenin bozulduğu, anlamın çözüldüğü anlarda belirir. Shakespeare’in “Macbeth”inde yankılanan çığlıklar, suçun gürültüsüdür. Bu sesler sadece doğayı değil, insanın iç doğasını da kirletir.

Sessizliğin Ekolojisi

Gürültü kirliliğini yalnızca desibel ölçerlerle açıklamak, onun insani ve edebi boyutunu küçümsemektir. Çünkü gürültü, bir ekolojik dengeyi bozduğu kadar, bir estetik dengeyi de bozar. Sessizlik, tıpkı su ya da hava gibi bir yaşam kaynağıdır. Rilke’nin dizelerinde, sessizliğin içinde büyüyen düşünce, doğayla insan arasında kurulmuş kadim bir bağın sembolüdür.

Eğer şehirlerimizi sadece binalarla değil, sessizlik bölgeleriyle de inşa etseydik, belki ruhlarımız bu kadar yorulmazdı. Çünkü sessizlik, insanın yeniden düşünme, yeniden yaratma alanıdır. Gürültü ise, bu alanı sürekli işgal eden bir istilacıdır.

Modern Gürültünün Mitolojisi

Bugünün mitolojisinde tanrılar değil makineler konuşur. Aralıksız çalışan motorlar, bildirim sesleri, trafik uğultuları — hepsi insanın kendi hikâyesini bastıran bir koroya dönüşür. Edebiyat, bu çağda yeniden bir direniş dili olmalıdır. Çünkü kelimenin kendisi bir sessizlik arayışıdır. Gürültü kirliliğiyle savaşmak, aslında anlamın kaybına karşı direnmek demektir.

Sonuç: Gürültü Bir Dış Ses Değil, İç Boşluk

Gürültü kirliliği yalnızca bir çevre sorunu değildir; bir varoluşsal meseledir. İnsan, doğadan uzaklaştıkça kendi iç dünyasının sessizliğini de yitirir. Edebiyat, bu kaybolan sessizliğin kayıt defteridir. Her satır, bir yankının, bir susturulmuş düşüncenin izi gibidir.

Bugün “gürültü kirliliği”ni çözmek istiyorsak, önce kelimelerimize kulak vermeliyiz. Çünkü kelimeler sessizliği hatırlatır, sessizlik ise yaşamın en derin nefesidir.

Yorumlarınızı Paylaşın

Sizce edebiyatın sessizliği mi daha güçlü, yoksa çağın gürültüsü mü daha baskın? Düşüncelerinizi yorumlarda paylaşın; belki de kelimelerimiz bir araya geldiğinde, bu gürültülü dünyada yeniden sessizliği duyabiliriz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mecidiyeköy escort
Sitemap
prop money